Geçenlerde
sinemada izlemeye doyamadığım Cem Yılmaz’ın son gösterisini bir de evde izledim. Acaba sıkar mı derken ikinci kez izlediğimde daha fazla
güldüm. Oldukça eleştirilmesine rağmen bana göre içinde gerçek hayattan kısa
hikayeler içeren bu proje çok da eğlenceli olmuş. Neredeyse üç saat süren
Stand-Up gösterisinde Cem Yılmaz’ın ne kadar da iyi bir gözlemci olduğunu düşünüyor
insan. Her şeyi çözmüş: Kadınları, erkekleri, gençleri, ergenleri, garsonları,
tuvalet bekçilerini ve daha birçoklarını. Herkes, evet evet aynen böyle diyor;
anlatılan pek çok esprinin ardından. Özellikle kadın erkek ilişkilerinde
herkesin kendinden bir şeyler bulduğu kesin.
Her iki cins için de tespitleri çok yerinde ve çok doğru. Ama bir bayan olarak benim en çok hoşuma giden "Erkeğin bir üst modelidir Kadın"
tespiti oldu. Ve benim gibi pek çok bayanın da bu tespitten çok gurur duyduğunu
düşündüm.
İşin esprisi
bir yana kadın-erkek ayrımının, kadınlar şöyle erkekler böyle tespitlerinin
bazen çok abartıldığını düşünürüm. Sonuçta her iki cinste bu dünyada tek olmak
istemezdi. Dünya müthiş bir ahenk ve uyum içinde, kadın ve erkek de bu düzenin
önemli tamamlayıcıları. Dünyada kötü olan erkeklik ya da kadınlık değil; kötü
olan şahıslar. Bazılarının yaptıklarını duyunca insan, gerçekten inanamıyor çok
zaman. Bu kadar da olmaz diyor. İnsan nasıl kötü olabilir. Bu yaradılışımıza
aykırı. Ama oluyor işte. Kardeşler bile birbirinden çok farklı olurken,
insanların başka başka olması çok da normal bir durum haliyle. Ama bu kötü kişilere, eşlerine-çocuklarına
kötü davrananlara karşı olmak, bir şahıs tarafından sıkıntı yaşayanların
yanında olmak bizim elimizde. Boşa dememişler atalarımız "Bir elin nesi
var; iki elin sesi var" diye. Aman benim sıkıntım değil ne de olsa diye
kafa çevirmek, aldırış etmemek, zorda olanın yanında olmamak yapılan en büyük
kötülük. Bugün komşunun başına gelenin yarın senin başına gelmeyeceğinin hiçbir
garantisi yok şu hayatta. Bunun için birlik-beraberlik, bir toplumun ayakta
kalması için en büyük gerek bence. Dışarda dağılmamızı, yok olmamızı
isteyenlere inat herkesi sevmek, iyi düşünmek, beraberliğe önem vermek bizim
elimizde…
Özel günleri pek de anlamlı
bulmam, çoğunun bir rant olduğunu düşünürüm. Aslında birçoğu tüketimi
canlandırmak için yapılmış bir tuzaktır bana göre. Ama 8 Mart’ı bu günlerden
ayrı tutarım. Çünkü o gerçekten özel bir gündür. Yukarıda anlatmaya çalıştığım
birlik beraberliğin –sonu acı bitse de- önemli bir örneğidir. Hikayesi oldukça
etkileyicidir:
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000
dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında
greve başlar. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya
kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan
kaçamaması sonucunda, çoğu kadın 129 işçi can vermiştir. İşçilerin cenaze
törenine 10.000'i aşkın kişi katılmıştır. Bu olay sonucunda 26 - 27 Ağustos
1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonal’e Bağlı Kadınlar
toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal
Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil
fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler
Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak
anılması önerisini getirir ve öneri oy birliğiyle kabul edilir. 8 Mart 1975'te de Birleşmiş Milletler tarafından DÜNYA
KADINLAR GÜNÜ resmi olarak kabul edilir.
İşte 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kabul
edilmesinin özünde böylesine etkileyici, iç acıtan bir olay vardır. Bir grev
bir daha geri dönüşü olmayan yaralar açmıştır. 129 canın bu dünyadan zorunlu
göç etmesine sebep olmuştur. Bunun için bugünün resmileşmesi, bu olayın
unutulmasının engellenmesi benim için çok kıymetlidir…
Herkesin haklarının
kıymetli olması, emekçi kadınlarımızın, annelerimizin, ablalarımızın,
kardeşlerimizin daha huzurlu, daha güvenli, daha mutlu bir hayat yaşaması
ümidiyle tüm kadınlarımızın DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN !!!
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder