Eylül 12, 2013

MUTLULUĞA BOYA BENİ




Büyümeyen ruhumdan mıdır bilmem ama animasyonlara oldum olası büyük bir sempati duyarım. Çoğu zaman eğlenceli bulsam da arada hüzünlendiren düşündüren animasyonlar da çıkar karşıma. Hal böyle olunca bende izlediğim animasyonun etkisinden çıkamam. “Mutluluğa Boya Beni” de izledikten sonra etkisinden çıkamadığım animasyonlardan. Onun için bu sıcacık filmden biraz bahsetmek istedim.

Orijinal adı Le Tableu olan Fransız filmi Türkçeye  “Mutluluğa Boya Beni” olarak çevrilmiş ve bence yaptığımız en güzel film ismi çevirilerinden olmuş.

Filmin konusu bitmemiş bir tablonun içinde geçiyor.  Çiçeklerle dolu bir bahçe ve arkada görünen bir şato karşılıyor bizi ilk önce. Ressamın tamamıyla boyayıp bitirdiği Toupin’ler,  bu durumun kibrine kapılarak tablonun yönetimini ele geçirmiş ve şatoya sahip olmuşlar. Ressam tarafından tamamen çizildikleri için kaderlerinin yönetmek olduğunu düşünüyorlar. Eğleniyor ve rahat bir yaşam sürüyorlar. Tabloda Toupin’ler dışında boyaları tamamlanmamış Pafini’ler ve eskiz halinde kalmış Reuf’lar yer alıyor. Kendilerini lider olarak kabul eden Toupin’ler, Pafini’lere ikinci sınıf muamelesi yapıyorlar, Reuf’ları da köleleştirmiş durumdalar. Pafini’ler neden yarım bırakıldıklarını anlamadıkları için ressama karşı öfkeliler. Yani aslında filmde çok da tanıdık olduğumuz bir dünya ile karşılaşıyoruz.

Filmde bir de aşk var. Yüzyıllardır her eserde işlenen, imkansız olan aşk. Toupin’lerden tamamlanmış yakışıklı Ramo ve yarım kalanlardan Claire arasında. Farklılıklar onlar için önemli değil. Ama ne Toupin’ler ne de Pafini’ler bu ilişkiyi onaylamıyor. Yalnızca yarım kalanlardan Lola, bu aşkın destekçisi.

Bu imkansız aşk nedeniyle  farklılıklarını yok edebileceğini düşünen Ramo ve yalnızca yaratıcısını görmek isteyen Claire yanlarına bir de eskizi alarak ressamı bulmak için tablolarından çıkıyorlar. Tablolarında çıkıyorlar çıkmasına ama ressam ortada görünmüyor.  Bu durum kahramanlarımızı yıldırmıyor ve yaratıcılarını ararken başka resimlerin arasına karışıyorlar. Bu sayede pek çok şey görüp pek çok şey öğreniyorlar.


Irklar için seçilmiş isimler de son derece yaratıcı:
Toupin, tout peintten türemiş; tamamen boyanmış anlamına geliyor.
Pafini, pas finiden türemiş; bitmemiş demek.
Reuf ise rough sketchten türetilmiş. Kaba çizim, eskiz demek.

Aslında dünya üzerindeki herkesin aklına şu veya bu biçimde takılan bir sorunun peşinden gidiliyor filmde. Kendimiz gibi olmayanı ötekileştirmek, üstünlüklerimizin bize sınırsız haklar tanıdığına inanmak, eksik ve farklı olanı cezalandırma hakkını kendimizde görmek… Bir de yaratıcıyı arayış, dini yaklaşımlarla sorgulayış…

 
Filmde sık sık “Beni neden böyle yarattın?” sorusunu görüyoruz.. Ve nihayetinde ressamı bulduklarında ressam bile şaşırıyor resmettiklerinin yaptıklarına. “Ben onları terk etmemiştim ki; onlara en temel gereklilikleri verdim. Bazen basit bir çizim, özenilmiş bir resimden daha güzel olabilir.”diyor ve bu cümle içinde bulunduğumuz hayatı gayet net özetliyor.

Sonuç olarak gökkuşağı eylemlerinin gündemde olduğu, farklılıklarımızın zenginlik değil de meziyet sayıldığı şu dönemlerde izlenmesi ve düşünülmesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum. Mümkünse bir değil, birkaç defa izlenilmesinden yanayım. Çünkü ilk seferde anlayabilmek için fazlaca ince mesajları var.

Filmin sonbaharınıza renk katacağından eminim. İyi seyirler!







Eylül 05, 2013

AYNI YILDIZIN ALTINDA




Ve bir kitap daha biter…

Başlarken popüler kitaplar pek de beni sarmaz ama boş durmaktan iyidir yine de okuyayım bu kitabı diye başlayıp bitirdiğimde ise hayata bir dolu anlam yükleyerek, şükrederek, fazlasıyla hüzünlenerek noktaladığım bir kitap okudum.

Başlarda neden bu kadar sevildiğini anlayamamış hatta sırf hüzünlü olduğu için tutulduğunu düşünmüştüm ama kitabın ilerleyişinde bu iki çocuğun birbirlerine anlattıkları, hissettikleri beni de etkileyince nedenini anlamış oldum.

“Aynı Yıldızın Altında”, hikayenin baş kahramı Hazel Grace Lancaster'in bakış açısıyla anlatılıyor. Hazel 16 yaşında ve troid kanseri. Birkaç yıl önce kanser teşhisi konulan Hazel üç yıldır ölümü bekliyor. Ancak ölüm bir türlü kapısını tam olarak çalmıyor. Hazel, öyle her şeyden vazgeçmiş bir kanser hastası değil. Ölüme karşı biraz fazla anlayışlı davrandığını, ölmeye kesin gözle baktığını söyleyebiliriz ama her şeyden elini eteğini de çekmemiş. Bir kere ona büyük destek olan annesi için yaşamaya çalışıyor. Sırf o istedi diye gitmek istemediği Kanserli Çocuklar İçin Destek Grubu'na katılıyor.  Kitabın diğer önemli karakteri Augustus Water'la karşılaşması da bu sayede oluyor. Augustus, destek grubunun sürekli bir katılımcısı değil. Sadece arkadaşı Isaac'a destek olmak için gelmiş. Ancak birbirlerini ilk gördükleri andan itibaren Hazel ve Augustus  için değişim rüzgârları başlamış oluyor. Augustus da bir kanser hastası. Ancak sürekli kanül ve oksijen tüpü kullanmak zorunda kalan Hazel'e göre daha iyi göründüğü söylenebilir.

Hazel'in aşkı kabullenmesi öyle şap diye olmuyor. Çünkü kızcağızın en büyük korkusu öldükten sonra arkasından ağlayacak birilerini bırakmak. Ama durduramıyor da duygularını. 

Diyor ki: "O okurken uykuya dalar gibi âşık oldum: Önce yavaş yavaş, sonra bir anda."   Bu ifade biçimi de beni tam 12’den vuruyor.

Aynı Yıldızın Altında sanıldığı gibi sırf ölümü, kanseri bütün kötü olasılıkları anlatmıyor bize. Augustus ve Hazel arasındaki masum, aynı zamanda yürek parçalayıcı aşkı anlatıyor olmasına rağmen sadece çaresizliği aktarmıyor, karakterlerin mutlu anlarını da paylaşıyor. Onu okurken gülüyorsunuz, üzülüyor, sinirleniyorsunuz ve elbette ağlıyorsunuz. Ölüme sırıtabiliyor, iki insanın nasıl bu kadar uyumlu olabildiğini düşünüyorsunuz.

Sonuç olarak kitabın yazarı John Green dünyanın en acılı ve karmaşık çelişkilerini almış, dayanılabilir bir hale getirene kadar acı bir alaycılıkla yoğurmuş ve bu kitapla bizlere sunmuş. Bu nedenle de anlatılan hikaye; komik olabilmek için fazla trajik, üzücü olmak içinde fazla esprili olmuş. Yapılan bu ince ayar da kitaba bambaşka bir tat katmış.

Eylül 01, 2013

"ENGELSİZ FİLMLER" ANKARA'DA



Az gittim uz gittim sonunda ise yine kürkçü dükkanıma döndüm. Tatilimi sonbaharın ilk günüyle birlikte noktaladım. Bu da beni haliyle biraz üzdü. Hem tatilim bitti hem de sonbahar başladı. Henüz belli olmasa da Ankara gibi İç Anadolu şehirlerinde yaşayanlar artık yazın son demleri olduğunu ve yakında serin havaların boy göstereceğini çok iyi bilirler. Her mevsimin ayrı bir tadı vardır ama yaz bir bambaşkadır benim için. Onun için her sonbahar birazcık hüzünlendirir beni. Böyle anlarda neyse ki Ankara’da yaşıyorum diyebileceğim etkinlikler olur buralarda bu da bana yazın bitişini unutturuverir.

İşte bu etkinliklerden biri de tam da zamanında başlayarak imdadıma yetişiyor. Ankara Engelsiz Filmler Festivali, 65. Cannes Film Festivali Kısa Film Yarışması'nda Altın Palmiye ödülü alan Rezan Yeşilbaş'ın 'Sessiz /Be Deng' filmiyle 3 Eylül'de başlıyor. Film, Festival'deki diğer filmler gibi sesli betimleme, işaret dili ve ayrıntılı altyazı eşliğinde gösterilecek. Puruli Kültür Sanat tarafından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın himayesinde gerçekleşen ve 03-08 Eylül 2013 tarihleri arasında düzenlenecek Ankara Engelsiz Filmler Festivali'nde son dönem Türkiye sinemasının en iyi örneklerinin Seyirci Özel Ödülü, En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo ödülleri için yarışacağı Engelsiz Yarışma, engelli seyircilere bir film festivalinde yarışma takip etmenin heyecanını yaşatacak.

Yurtiçi ve yurtdışında pek çok film festivalinden ödüllerle dönmüş filmlerin yer aldığı Engelsiz Yarışma sayesinde engelli seyirciler güncel Türkiye sinemasını takip etme fırsatı yakalayacak, yarışmada yer alan filmleri oylayarak Seyirci Özel Ödülü'nü belirleyecek, gösterimler sonrası gerçekleşecek söyleşilerle filmlerin yönetmen, oyuncu ve film ekipleriyle tanışma fırsatı bulacaklar.

Engelsiz Yarışma'daki tüm filmler sesli betimleme, işaret dili ve ayrıntılı altyazı eşliğinde gösterilecek. Görme ve işitme engeli olmayan seyirciler ise Festival stantlarından edinecekleri kulaklıklarla filmleri takip edebilecekler. Festival’de yönetmen ve film ekipleriyle yapılan söyleşiler de işaret dili çevirmeni eşliğinde gerçekleştirilecek.

Tüm etkinliklerin ve film gösterimlerinin ücretsiz olduğu Festival'e, CerModern ile Cinemaximum Armada Sinemaları ev sahipliği yapacak.

Biz Ankaralılara bu noktada düşen ise  “Aynı şehirde birlikte yaşadığımız herkesin eğitim, ulaşım vb. hizmetlerden eşit ölçüde yararlanması gereğine inandığımız gibi, kültürel olanakların da engelli bireyler gözetilerek sunulması gereğine inanıyoruz” sloganıyla yola çıkan bu festivalin tadını çıkarmak olacak.

Şimdiden İyi Seyirler...

Not : Festival programı hakkında detaylı bilgi almak için aşağıdaki link adresinden faydalanabilirsiniz.

http://www.engelsizfestival.com/tr/
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...