Ağustos 21, 2013

ALTIN KOZA'DA YARIŞACAK FİLMLER BELLİ OLDU




Memleketim Adana’nın belki de beni en gururlandıran yanı 20. yılını tamamladığı bu festivali hala sürdürebiliyor olması. Biliyorum ki işin içinde kültür varsa sürdürebilmek oldukça zor oluyor. Tüm zorluklara rağmen yılmadan her yıl hazırlanan bu festivale sayfamda değinerek benim de küçük bir katkım olsun istedim:

Sinema dünyasının heyecanla beklediği Adana Büyükşehir Belediyesi 20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında yapılacak, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda yer alacak filmler belli oldu. Yarışmaya başvuru yapan 47 eserden, 12’si jüri önüne çıkmaya hak kazandı. ‘En İyi Film’ seçilecek eser, 350.000 TL’lik ödülün sahibi olacak.

 Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz, bu yıl 16 – 22 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek 20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında yer alan ‘Ulusal Uzun Metraj Film

Yarışması’na katılacak filmlerin belli olduğunu söyledi. Zihni Aldırmaz, konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Adana Büyükşehir Belediyesi olarak bu yıl 20. düzenlediğimiz Altın Koza Film Festivali ile uzun yıllardır Türk Sineması’na destek sağlıyoruz. Böylelikle ülkemizin ve şehrimizin kültür sanat yaşamına da katkı vermiş oluyoruz. Bunun karşılığını yarışmamıza gelen başvurularla almış oluyoruz. Yarışmamıza yoğun ilgi gösteren sinema camiasına bir kez daha teşekkür ediyor, hepsine başarılar diliyorum” şeklinde konuştu.

Altın Koza’da yarışacak eserler ise şöyle;

Çanakkale Yolun Sonu / Yönetmen: Mustafa Kemal Uzun
Daire / Yönetmen: Atıl İnaç  Eve Dönüş Sarıkamış 1915 / Yönetmen: Alphan Eşeli
Gözümün Nuru / Yönetmen: Hakkı Kurtuluş – Melik Saraçoğlu
Hadi baba Gene Yap / Yönetmen: Emre Yalgın

Hayat Boyu / Yönetmen: Aslı Özge
Jin / Yönetmen: Reha Erdem
Köksüz / Yönetmen: Deniz Akçay Katıksız
Lal / Yönetmen: Semir Aslanyürek
Soğuk / Yönetmen: Uğur Yücel
Yarım Kalan Mucize / Yönetmen: Biket İlhan
Yozgat Blues / Yönetmen: Mahmut Fazıl Coşkun

SONUÇLAR 22 EYLÜL’DE BELLİ OLACAK

En İyi Film seçilecek eserin 350.000 TL’lik ödülün sahibi olacağı yarışmanın sonuçları 22 Eylül gecesi yapılacak Kapanış Töreni’nde belli olacak.

16 Eylül’de başlayacak Adana Büyükşehir Belediyesi Altın Koza Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın yanı sıra, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ve Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması da düzenlenecek. Özel gösterimler, söyleşiler, sergiler ve atölye çalışmaları ise yine festival haftası boyunca sanatseverleri bekleyen diğer etkinlikler olacak.

Ağustos 20, 2013

BAŞKENTTE KARANLIKTA KALANLAR



Piri Reis, Avrupa ve Afrika’nın batı kıyılarının haritasını çizmiştir. Tüm bu haritayı gezerek, görerek, keşfederek oluşturmuştur. Siz ise şimdi bir ansiklopediyi açıp Avrupa’nın batı kıyısında neler var öğrenebilirsiniz.

Peki şimdi oraları gezen gören Piri Reis mi sizden çok bilir, yoksa onun yazdığı haritadan okuyan siz mi?

Kısacası çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Bu sorunun cevabı dönem dönem değişir kafamda. Bu dönem ise bizzat gezerken karşılaştığım bir sürpriz tarih sayesinde çok gezenin bildiği kanısındayım. Evet yıllarca Sanat Tarihi eğitimi almış ve Ankara’da yaşıyor olmama rağmen bugüne kadar duymadığım bir tarihi mekanla karılaştım geçen hafta sonu. Bayram nedeniyle ziyaret ettiğimiz köyümüzde ailece gezme kararı almamız sonucu tahminimizin çok ötesinde bir manzarayla karşılaştık Ankara’nın Güdül ilçesinde. Bizi böylesine etkileyen mekan,  Ankara İli, Güdül İlçesi, Kirmir Çayı kenarında İnönü mevkiinde bulunup Bizanslılar döneminden kaldığı tahmin edilen dağın içini oymak suretiyle yapılan İnönü Mağaraları’ydı.

Bir dağın eteğinde yer alan bu mağaralar kat kat yukarılara doğru çıkıyordu. Her birinin içine girip gezmek hem ürkütücü hem bir o kadar eğlenceli hem de olağanüstü etkileyiciydi. Mağaralardan dışarıyı izlemek bambaşka bir keyifti. Aşağıda yer alan çayın manzarası mağaraların bulunduğu alana ayrı bir tat vermişti. Ankara o kadar da gri bir şehir de değilmiş dedirten bir yerdi. Mekanın etkileyiciliği ise her zamanki gibi belediyelerin tembelliği ile sinir bozucu bir hale geldi. Çünkü bu mekana gitmek ayrı mekandan ayrılmak apayrı bir dertti. Elinde böylesi güzel bir mekan, oldukça ilgi çekilebilinecek turistik değer kazandırabilecek bir mekan var ama ne yazık ki sen bir yol yapmaktan acizsin. Cahillik bir ülkenin en büyük fakirliği sanırım. 


Çünkü gerçekten akıllı bir belediye olsan bu mekanı hem manevi hem maddi bir zenginliğe dönüştürüp ilçeni de geliştirebilirsin. Ama akıl edemiyorsun. Ve böylesi bir mekana yol yapmayarak orayı ziyaret etmek isteyenleri büyük bir sıkıntıya sokuyorsun. Bu büyük keyif henüz yapılmamış olan bir yolda tüm arabaların kalmasıyla son buluyor. Ama her şeye rağmen Ankara’da yaşayanların mutlaka “ölmeden yapılması gerekenler” listesine alması gerektiklerini düşünüyorum. O yol sıkıntısı kısa bir süre sonra akıldan gidiyor, zihinde sadece oradaki güzellikler kalıyor. Bende de aynen böyle olmuş olacak ki eve geldiğimde bu mağaralarla ilgili kısa bir araştırma yaptım.

Tam net bir bilgi bulamadım. Yapılan tahmini açıklamalar ise şöyle:

Bu mağaralarda, MÖ.2000’li yıllarda Hititler yaşamışlar. Daha sonraki tarihi süreçte ise, bu kez Frigler bölgedeki egemenliği ele geçirmişler.

1071 Malazgirt savaşından sonra ise, bölge, Türkler tarafından ele geçirilmiş. Günümüzdeki yerleşim yeri ise: Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından I.Mesud’un eniştesi ve Ankara Emiri olan Şehabüldele Güdül Bey tarafından kurulmuş.. Yaklaşık 850 yıllık geçmişe sahip olan yerleşim yeri: 1957 yılında ilçe olmuştur. 


Sonuç olarak tarihinden çok emin olamasam da biraz ürkerek çıktığım mağaralarda karılaştığım manzaradan gerçekten etkilendim. Bu nedenle
farklı bir gün geçirmek isteyenlere, Ürgüp-Göreme mağaralarıyla da  benzerlik gösteren bu mağaraları  şiddetle öneririm.

Ağustos 06, 2013

RUHİ MÜCERRET’TİR ONUN ADI



"Hayatım bir film olsaydı, izlerken ya uyuya kalır ya da yarısında çıkardım." - Ruhi Mücerret


Herkes müptelası olmuşken Murat Menteş’in bu benim onunla ilk tanışmam. Dublörün Dilemması ile epey kalabalık bir okur kitlesi edinmiş kendisi. Bense biraz geç kalmışım ne yazık ki. Olsun, Geç ama güzel oldu tanışmamız. Çünkü kitabı fazlasıyla beğendim. Daha doğrusu yazarın uslubünü, anlatım tarzını çok sevdim.  Çoğu zaman tazmanya canavarı misali çok hızlı işlediği kelimelerinin arkasından koşarken yorulsam da aforizmalarının her birinde kendimden bir parça buldum. Absürd isimlerle bezeli karakterlerinden Ruhi Mücerret’le 100 yaşında hissetim kendimi, bitse de gitsek şu fani dünyadan misali bir havaya büründüm. Civan Kazanova ile ordan oraya sürüklendim.. Kitabı bitirdiğimde ise şöyle bir düşünceye kapıldım: Aynı annenin birbirine hiç benzemeyen çocuğu gibiydi bu iki karakter. Biri eğlenceli, biri melankolik. Tıpkı kitabın kapağında olduğu gibi kitabın yarısı Orhan Gencebay diğer yarısı Cüneyt Arkın…


Ruhi Bey, Kurtuluş Savaşı'nın kalan son gazisi, 100 yaşında bir millî kahraman. Bu yazıyı okuyanların "Ölmeyi unutmuş," diyeceği türden biri. Fakat Ruhi Bey bu durumdan hiç de hoşnut değil. Ailesinde ondan önce ölen biri olduğunda elinden utançtan başka bir şey gelmemesini bir lanet olarak tanımlıyor. Ruhi Bey'in bütün günleri, yaşadığı olaylar sonucunda mezarına ne yazdıracağı hakkında sürekli değiştirdiği fikirlerden birinde karar kılma sorunsalı ile geçiyor. Atıflar o kadar keyifli ki okurken tebessüm etmemek elde değil. Dünya üzerinde "ağabey" diyebileceği kimsesi kalmamış olan, her şeyden çok ölmeyi isteyen ve bir türlü ölemeyen İstiklâl Gazisi için, "Fışkırır ruhi mücerret gibi yerden naaşım," dizesini hatırlatan bir isimden daha uygun ne olabilirdi ki?! Kitabın başlarda kafa karıştıran reklam kokan sahneleri ise Civan Kazanova tarafından anlatılan kısmında cevaplarını buluyor. Hatta onun anlatımıyla bambaşka bir hal alıyor, okuyucuyu şaşırtıyor…
 
Kitabında olmaz denileni oldurmuş Murat Menteş. Akla mantığa sığmayacak şeyleri büyük bir mantıkla belki de mantıksızlıkla ama okurun içine sindirterek tek tek "ya evet olabilir" dedirtecek kıvama getirmiş. Oldukça etkileyici aşk ve hayat tasvirleri yapmış: Teşbihler, ayrıntılar, aforizmalar, metafor… Kitabın nokta atışını ise reklam vurgusuyla gerçekletirmiş. Menteş,  günlük hayatımızda reklamın bizden habersiz belleklerimizi dantel gibi işlemesini çok güzel bir şekilde ele almış. Reklamların, ürün yerleştirmenin hayatımıza, beynimize ne kadar "yerleştiğini", markaların, isimlerin beynimizi nasıl rehin aldığını yüzümüze çok başarılı bir şekilde çarpıyor ve olaylar çözümlendikten sonra sanki biraz hızlı gerçekleşen bir sonla kitabı noktalıyor.

Sonuç olarak artık “Murat Menteş ne yazsa okurum” dediğim biri oluyor. Ve ben de sizleri  kitap için yapılmış bu güzel fragmanla baş başa bırakıp yazımı sonlandırıyorum 

NOT: Ruhi Mücerret tarafımdan şiddetle tavsiye edilir.



 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...