Şubat 13, 2014

12 YILLIK ESARET



Bazen hayat seni esir alır ya da sen öyle hissedersin her şeyden uzaklaşır öylece durursun.. En sevdiğin eylemlerden vazgeçersin, yazmayı biraz ertelersin.. Sonra bir film izlersin ve silkelenirsin. Nedir ki yaşadığın?  “Neler yaşanmıştır oysa yüzyıllar boyunca” dedirtir izlediğin o iki saatlik film. İşte öyle bir şeydi “12 Yıllık Esaret” filmi.

Birçok izleyene sıradan gelen bu filmin bana göre en güçlü yanı oldu sıradanlığı. Çünkü “Özgür” olarak yaşayan bir siyahın, kaçırılıp köleleştirilmesini ve köle olarak geçirdiği 12 yılı anlatan film, konusu itibariyle abartmaya fazlasıyla müsait. Hatta bunu yapmadan konuyu işleyebilmek neredeyse imkansız. İşte 12 Yıllık Esaret, bu imkansızın peşine düştüğü için, yani sıradan olduğu için önemli. Steve McQueen, “Ben kölelikle ilgili bir hikaye değil, gerçekleri anlatmak istedim” diyor filmle ilgili olarak. Beni ve birçok izleyiciyi de bu gerçekler etkiliyor sanırım..

Yönetmen konuya özgürlük kavramından yaklaşıyor ve “özgür”ken köle haline gelen Solomon’un psikolojisine odaklanıyor. 12 Yıllık Esaret’in büyük laflar söyleyen ve mesajını büyük harflerle yazan filmlere benzememesini sağlayan da bu.

Filmin başlarında ben hayatta kalmak istemiyorum ben yaşamak istiyorum diyen Solomon’un daha sonraları sahibinin gözüne girmek için verdiği çabalar, Hegel’in köle-efendi ilişkisini hatırlatıyor insana. Köle efendi ilişkisinde, köle köleliğini kabul ettiği anda özne olmaktan çıkar ve nesneleşir. Tüm sömürü ve baskı ilişkilerinin devamını sağlayan da bu kabul ediştir.
Yaşadığının, yani insan olduğunun bilincini yitiren Solomon’un, özgürlüğe en yaklaştığı an, kölelikten kurtulduğu zaman değil, sahiplerine isyan ettiği, karşı geldiği  birkaç kısacık andır. Sonrasında tekrar köleliğini kabul etse de, isyana kalkıştığı o saniyeler, Solomon’un gerçekten özgür olduğu anlardır. Çünkü bu isyan anında artık köleliği reddetmiş ve insan olduğunun bilincine varmıştır. Nesneden özneye dönüşmüştür. Sahip-köle ilişkisi o zaman diliminde ortadan kalkmıştır.



McQueen, Solomon’un kölelikten kurtulduktan sonra özgürleşmediğini, özgürlüğün bu olmadığını, filmin finalini alışageldiğimiz şekilde mutlu bir sona bağlamayarak belirtmektedir. Çünkü, filmin sonunda verilen bilgiler de, aslında kurtulsa da, Solomon’un gerçek anlamda özgür olamadığını göstermektedir. Kendini kaçıranlara karşı açtığı davada, siyahların beyazlara karşı tanıklık etmesi yasak olduğu için, kaybetmiştir. Yani, yasalar ve toplum ışığında, hala bir nesnedir. McQueen, meselenin, siyahlara verilen bir “özgürlük” belgesinden ibaret olmadığının bilincinde olduğu için, meseleyi buraya sıkıştırmaz. Meselenin daha farklı boyutlara sahip olduğunu, Solomon’un ilk tutulduğu hücreyi gösterdiği sahnede belirtir aslında. Bu sahnede kamera, Solomon’un hücresine ait pencereden çıkar ve yavaş yavaş yukarı doğru yükselir. En tepeye vardığında ise, karşımıza Beyaz Saray çıkar, şu an bir siyahinin ikamet ettiği Beyaz Saray.

Ben hayatta kalmak istemiyorum, ben yaşamak istiyorum... Filmi benim için kültleştiren bu etkileyici cümle… Çünkü Hepimiz böyle istiyoruz aslında, ama çoğu zaman yaşamak yerine hayatta kalmayı tercih ediyoruz. Bireysellikten uzaklaşıp illa ait olma ihtiyacı duyuyoruz. Kişisellikten korkup nesne olmayı tercih ediyoruz. Bir topluluğa dahil olarak gerçekleşeceğimize, tamamlanacağımıza inandırılıyoruz. Aynı düşünceye aynı inanca gönül verdiğimizi düşünüp kalabalıklar içinde yalnızlaşıyoruz. Sorgulamaktan korkuyoruz, sessiz kalıyoruz, susuyoruz, hataları yanlışları kabulleniyoruz. Yeter ki ucu bize dokunmasın diyoruz…


Hiç yorum yok :

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...